90’lı yılların en unutulmaz 8 sportif otomobil modeli

0
1937
sportif otomobil modeli

Günümüzde üretilen otomobil modelleri performans açısından kullanıcıları memnun etseler de, biraz ruhsuz olduklarını 90’lı yıllarda otomobil kullananlar mutlaka hissetmişlerdir.  O zamanlar şu anda olan model çeşitliliği bulunmuyordu ve sportif hatchback ve coupe modelleri de oldukça sayılıydı. Hatta günümüzde neredeyse tüm otomobillerde bulunan turbo besleme sistemi 90’lı yıllarda sadece çok hızlı ve sportif modellerde yer alıyordu.

Dizel motorların adı akla bile gelmiyorken fabrika çıkışı olarak 1.6 litre motordan 120ps güç almak büyük başarı sayılıyordu. Şu sıralar aynı gücü turbo besleme sayesinde 1.0 lt 3 silindirli motorlardan almak bile sıradan hale gelmiş durumda. 17 inch çapında jantlar bile artık kompakt sınıfta neredeyse standart hale gelirken, o zamanlar belki de kullanılan en büyük jant ölçülerinden bir tanesiydi.

Biz de bu doğrultuda ekip olarak, 90’lı yılların en unutulmaz 8 sportif otomobil modeli listesi yapalım istedik.

Opel Astra GSi

GSi yani Grand Sport injection kısaltmasının yaratıcısı Opel, 1987 yılında 2.0 litre hacminde 16 valfli 150ps güce ve 196nm torka sahip C20XE kodlu motoru piyasaya sürdü. Bu motor oldukça performanslı ve dayanıklı bir motordu ve Opel’in başta Astra GSi olmak üzere Vectra GT ve Calibra modellerinde kullanıldı. Cosworth tarafından da elden geçirilen bu motor, esas olarak yarış modelleri için tasarlandı ve modifikasyona yatkınlığı ile nam saldı. Günümüzde hala bir çok hayranı olan bu ünite, en çok da 1991 yılında üretilmeye başlanan Opel’in kompakt modeli Astra’ya yakışmıştı. Hafif kasanında etkisi ile Astra 100km hıza 8 saniyede hızlanabiliyor ve maksimum 220km’ye hıza çıkabiliyordu.

Gövdede kullanılan aerodinamik aksesuarlar ise oldukça sportif bir görünüme sahipti. Farklı ön tampon ve panjur tasarımı, arka cam üstü spoyler, yan etek spoylerleri ve modele özel 16 inch çapında dinamik görünümlü jantlar, aracı diğer Astra modellerinden tamamen ayırıyordu. Aracın içinde ise 3 kollu spor direksiyon, Recaro spor koltuklar ve özel kumaş kaplamalar farklılık yaratıyordu.

Ancak 1995 yılında yapılan makyaj operasyonu nedeniyle Astra GSi hem 150ps gücünde motorunu hem de sportif görünümünü kaybetti. Aynı motorun ehlileşen bir versiyonu olan Ecotec 136 ps gücündeki ünite kaputun altında yerini aldı ve performansta da hissedilir düşüş meydana geldi. Ayrıca aracın gövde aksesuarları da motoru gibi yalınlaştı. GSi modeline özgün ön panjur değişti ve diğer Astra modelleri ile aynı panjur kullanılmaya başlandı. Bu değişikliklerden sonra model özgünlüğünü kaybetti ve satışları düştü. Daha sonra tanıtılan Astra GSi modelleri de hiçbir zaman bu efsane kasaya ve motora sahip aracın tadını veremedi.

Peugeot 106 GTi

Listedeki en ulaşılabilir model olan Peugeot 106 GTi, ülkemizde satıldığı 1996-2003 yılları arasında büyük ilgi gördü.  Spor otomobil severler ulaşılabilir fiyata sahip bu araca resmen saldırdılar. Uygun fiyatı ve yüksek performansı sayesinde sportif 3 kapılı bir otomobile göre oldukça yüksek satış adetleri yakaladı. Ayrıca modifikasyona yatkın 1.6 litre 120ps güç üreten bir motora sahipti. Öyle ki TU5J4 koduna sahip bu motor bir süre sonra Peugeot’un rallilerde kullandığı yarış modellerinde de kullanılmaya başlandı. 925 kg gibi düşük bir ağırlığa sahip olması sayesinde 0-100km hızlanmasını 8.7 saniyede tamamlayan 106GTi 205 km hıza kadar çıkabiliyordu.

Kullanıcılar modeli o kadar değişik şekillerde modifiye ettiler ve kişileştirdiler ki sokaklar farklı renk ve güçlerde birbirine hiç benzemeyen 106 GTi modelleri ile doldu. Tüm özellikleri aynı ancak kasa şekli değişik olan Citroen Saxo VTS modeli kardeşi 106 GTi kadar yüksek satış rakamlarına ulaşamadı. Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de çok iyi durumda bir Peugeot 106 GTi, oldukça yüksek bir fiyatla satışa çıkmış, ilerleyen zamanlarda da adını klasikler listesine yazdıracağını kanıtlamıştır.

BMW e36 3 Serisi Coupe

1990 yılında üretilmeye başlanan e36 kasa kodlu BMW 3 Serisi, tüm dünyada ve ülkemizde büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Yerini aldığı E30 kasa ile de, tasarım olarak neredeyse benzerliği yer almıyordu. Günümüzde bile oldukça fazla hayran kitlesi bulunan model artık gerçek bir erken klasik bile sayılabilir. Gerek dış tasarım, gerekse de iç tasarım olarak çığır açan model, üstün ve sportif yol tutuşu, motor ve egzoz sesi ile unutulmazlar arasına şimdiden girdi.

Ülkemizde en çok 2.0 litre 6 silindirli 150ps motora sahip olan model satılmıştı.. Bu motor 3.20i’yi 100km’ye 9.9 saniyede çıkarabiliyor ve 214km maksimum hıza ulaştırıyordu. Bu değerler günümüz otomobilleri için sıradan görünse de, BMW E36 kasada verdiği hisler bambaşkaydı. Hacmi ne olursa olsun, 6 silindirli motorun çıkardığı kulağı tırmalayan tiz ses, günümüzde bir çok otomobil modelinden maalesef alınamıyor.

Daha yüksek performans isteyenler ise 2.5 litre ve daha sonra 2.8 litreye yükseltilen motorları tercih edebiliyorlardı. 3.28i 193ps güce sahipti ve 0-100km/s hızlanmasını 7.3 saniyede tamamlıyordu. 236km maksimum hıza da çıkabiliyordu. Ayrıca M3 modeli, dönemin çok ötesinde 3.2 litre hacminde 321ps gücü ile neredeyse Ferrari 355 performansına sahipti. Bu model 0-100km hızlanmasını 5.5 saniyede tamamlayabiliyordu.

Ayrıca 4 silindirli, DOHC – 16 supap 3.18is modeli de mevcuttu. Bu modelde bulunan 1.9 litre hacmindeki motor 140ps güç üretebiliyordu. Performans verileri 3.20i ile benzer olsa da 6 silindirlinin sesini ve gaz tepkilerini veremiyordu.

Rover 220 Turbo

Rover 220 Turbo, 1995 yılında ülkemize geldiğinde adı pek de bilinmeyen bir markaydı. 2.0lt turbo-benzin 200hp güç üretebilen bir motorla satışa sunuldu. 0-100km hızlanmasını 6.2 saniyede tamamlayan ve 241km maksimum hıza çıkabilen model günümüzde bile oldukça hızlı sayılabilir ve o dönem bir çok insanın başını döndürmüştü. Bu yüksek performansa rağmen fren performansı çok kötü olan modelin satışı dayanıklılık ve güvenlik sorunları nedeniyle sadece 2 yıl sürdü ancak bir çok performans tutkunu tarafından unutulmadı.

Performansı ile beraber sunduğu lüks ve konfor donanımlarına rağmen rakiplerine göre kelepir denilebilecek bir fiyata satılıyordu ancak bir çoğunun hayatı kazalar ve arızalar nedeniyle hurdalıklarda son buldu. Önden çekişli aracın, sahip olduğu (LSD) sınırlı kaymalı diferansiyele rağmen verdiği tepkiler ise korkutucuydu.

Nissan 200SX (S13)

80’li yıllardan çıkıp 90’lı yıllara giriş yaptığımızda ülkemizdeki ekonomik gelişmelere paralel olarak satılan otomobil modellerinde de belirgin bir farklılık gerçekleşmişti. Ayrıca aynı dönemde dünya çapında da otomobil motorlarında önemli teknolojik gelişmeler gerçekleşti ve bazıları da yaygınlaşmaya başladı. Bu gelişmelerin en başında ise turbo teknolojisi geliyordu. Bu doğrultuda ülkemize giriş yapan turbo beslemeye sahip araçların en özellerinden birisi de Nissan 200SX modeliydi. Silvia olarak da adlandırılan model 1965-2002 yılları arasında üretilmiş olsa da 1991-1995 yılları arasında Türkiye’de satılmış olan S13 kasa 200SX gerek ülkemizde gerekse de dünyada en ilgi çeken kasa tiplerinden birisiydi. Ardından S14 kasa S13 kasanın yerini aldı ancak tasarım olarak 200SX daha dikkat çekici bir modeldi.

Model ülkemizde 1991-1995 yılları arasında aynen Avrupa’da olduğu gibi 200SX adıyla satıldı ancak aracın üzerinde CA18DET koduna sahip Üstten çift egzantrikli (DOHC) 1.8lt sıralı 4 silindir turbo-benzin 169ps güce 228nm torka sahip 16 supablı bir motor bulunuyordu. Motor gücü arka tekerleklere 5 ileri manuel veya 4 ileri otomatik şanzıman vasıtasıyla iletiliyordu. Aracın ağırlığı ise 1200kg civarındaydı. Turbo besleme sayesinde elde edilen 94ps/lt-güç/hacim, 127nm/lt-tork/hacim ve 141ps/ton-güç/ağırlık oranları ile de döneminin başarılı araçları arasında yer alıyordu. Bu iddialı teknik veriler sayesinde de 0-100km hızlanmasını 7.5 saniyede tamamlıyor ve 225km/saat hıza kadar çıkabiliyordu. Büyük sayılabilecek bir kasaya rağmen elde edilen 1200kg ağırlık başarılı yol tutuşu arttıran etkenlerden birisiydi.

Aracın görünümü ise dönemi için oldukça ilerideydi ve gerek kasanın genel yapısı gerekse de o dönem spor otomobiller için bir moda haline gelen açılır kapanır farlar gibi detaylarla sportif his artıyordu. Aracın kokpiti ise tipik Japon otomobil özellikleri taşısa da o dönem satışta bulunan Japon spor otomobillerde bulunan yatık sayılabilecek açılı ön konsol tasarımına ve fonksiyonelliği öne çıkaran sade ama şık bir tasarıma sahipti.

Subaru Impreza GT-WRX-STI (GC8)

Rallilerde boy göstermesi ve elde ettiği birincilikleri ile ünlü Subaru Impreza’nın ilk jenerasyonu ülkemize 2.0 turbo motora sahip olan model ile geldi ve büyük sükse yaptı. Boxer tip 4 silindirli motorun ürettiği yaklaşık 240-265ps (versiyona göre değişiyor) güç, yere Subaru’nun tasarladığı simetrik 4×4 çekiş sistemi ile aktarılıyordu ve çevikliği ralli otomobillerini anımsatıyordu. Boxer motorun ve egzoz sisteminin çıkardığı sesler ise bir çok sürücü için en güzel melodiydi. Motorun sesi o kadar belirgindi ki, otomobillerle biraz ilgili olan bir kişi bu sesten Impreza GT’nin geldiğini anlayabilirdi.

Aracın sportif öğelerle dolu ön tamponu ve arka bagaj kapağı üzerinde bulunan abartı rüzgarlığı (spoyler) onun asfalta değil ralli parkurlarına ait olduğunu gösteriyordu. Ayrıca 0-100km hızlanması 6 saniye altında gerçekleşiyor ve 230km civarında bir maksimum hıza çıkabiliyordu. Özellikle 0-100km hızlanması 4 kapılı bir sedan için inanılmaz bir değerdi. Öyle ki bu değer Subaru Impreza STi modelini Super Sport otomobillerle yan yana getirebiliyordu. Tüm bunların yanında bir de Coupe tarzında 2 kapılı 22B versiyonu vardır ki, günümüzde görmesi imkansıza yakın araçlardan bir tanesi olmasıyla öne çıkmaktadır.

Ford Escort RS Cosworth

1992-1996 yılları arasında üretilen ve ralli parkurlarından fırlamış görüntüsü ve bu görünümü destekleyen motoruyla listemizin en güçlü ve turboya sahip tek modeli olan RS Cosworth’de 2.0lt hacminde turbo-benzin 225ps güç ve 310nm torka sahip bir motor bulunuyordu. Bu motor sayesinde 0-100km hızlanmasını 5.7 saniye gibi çok iyi bir zamanda tamamlıyordu ve 240km/saat maksimum hıza çıkabiliyordu. Bu veriler dönemin en dikkat çekici modellerinden birisi olan BMW E36 M3 modeli ile hemen hemen aynıydı. Dev arka spoyleri sadece görünüm için değildi ve arka kısımda yarattığı 190N baskı ile de yol tutuşa büyük bir katkı sağlıyordu.

2500 adetlik homologasyon üretimi tamamlanınca Motorsport versiyonu 1994 yılında sonlandı. Yerine daha küçük bir Garrett T25 turboya sahip, günlük kullanıma uygun, gaz tepkileri daha iyi olan iki farklı versiyon geldi. Motorsport versiyonu ile standart olarak sunulan ve Escort RS Cosworth ile adeta özdeşleşen dev arka spoyler standart donanımlardan çıkarıldı ve opsiyon listesine eklendi. Daha düşük donanımlı modelin yanında bir de Lux adında versiyon satışa sunuldu. Lux versiyonu daha fazla donanıma sahipti ancak bu donanımlar nedeniyle ağırlaşan (Lux: 1320kg – Normal: 1275kg) aracın 0-100km/saat hızlanması 6.2 saniye olarak açıklanıyordu. Her iki model de 190N baskı gücü uygulayabilen dev arka spoyler ile 220km/saat maksimum hıza çıkabilirken spoyler olmadan bu hız 235km/saat’in üstüne çıkabiliyordu.

Alfa Romeo 155 Q4

Ferrari gibi bir markayı bünyesinden çıkartmış olmasıyla öne çıkan Alfa Romeo, şanlı bir yarış geçmişine ve özel bir tarihe sahiptir. Ayrıca zaman zaman Fiat Grubu bünyesinde yer alan diğer İtalyan markaları ile de sıkı iş birliklerine girmiştir. Lancia’nın ralli parkurlarından caddelere fırlamış olan efsane Delta HF Integrale modeli de Alfa Romeo’nun 1992 yılında üretilmeye başlanan D Segmenti Sedan modeli 155 modeline, ortak teknik detayları ile ayrı bir hava katmıştır.

Alfa Romeo 155 Q4 köşeli yapısı ve farklı tasarımı ile 90’lı yılların birçok modelinden daha farklı görünüyordu. Ayrıca Fiat Grubu’nun atmosferik emişli, sıralı 4 silindirli 2.0lt turbo-benzin motorunun turbo besleme ile güçlendirilmiş farklı bir versiyonuna sahipti. 190ps güce üstten çift eksantrikli (DOHC) sahip bu motor, performanslı kullanıma yönelik olarak elden geçirilmiş ve bazı parçaları da bu doğrultuda değiştirilmişti. Bu motor Lancia Delta HF Integrale modelinde de kullanılmıştı. 155 Q4 0-100km/s hızlanmasını 7 saniyede gerçekleştiriken, maksimum 225km/s hıza çıkabiliyordu.

Ayrıca aracın sürekli 4×4 çekiş sistemi de efsane Lancia Delta HF Integrale ile aynıydı. Kısacası Fiat Tempra platformunu saymazsak, aracın motor, şanzıman ve çekiş sistemi efsane ralli aracı ile oldukça benzerdi. Bu durum doğal olarak aracın sürüş özelliklerine de fazlası ile yansıyordu.

Bonus Video; Alfa Romeo GT 3.2 V6 (Busso) Testimiz